Kanije Zaferi ve Tiryaki Hasan Paşa
Osmanlı Devleti bir kalenin kurtuluşuna sevinir oldu. Önceleri padişah sefere çıktı mı bir ülke hatta ülkeler fethedilirdi. Ama ya şimdi bir kalenin savunmasına vezirlik verilir oldu. Yıl 1601 Kanije kalesini Avusturyalılar kuşatır. İhtiyar komutan(emekli olmamış daha neyi bekliyorsa) kaleyi düşman askerlerine oranla az bir askerle savunuyor. (Düşman 40 bin, kuvvetlerimiz 5 bin). Ama ne savunma, tarihte eşine az rastlanır cinsten. Bütün savaş hilelerini kullanıyor Tiryaki Hasan Paşa.
Arşidük Maksimilyan, kırk bin kadar asker ve dev gibi gülleler atan onlarca topla Kanije kalesini muhasara etti. Ve sabah- akşam kaleyi toplarla ateş yağmuruna tuttu. Kurnaz paşa düşmana önce topla karşılık vermez, kaleye yaklaşan düşman askerlerine belli bir süre tüfekle karşılık verir. Düşman “Türklerde top ve cephane yok” hissine kapılır. Düşman bu nedenle kaleye toplu hücuma kalkar; bu esnada toplara ateş emri veren Tiryaki Hasan Paşa Avusturyalılara büyük zayiat verdirir.
Tiryaki Hasan Paşa, sadrazama bir haberci gönderir. Böylelikle sadrazamdan yardım isteyecektir. Küçüklüğünden beri yanında yetiştirdiği bir kaç lisan bilen Karapençe adlı serdengeçtisini yardım isteğiyle göndermeye karar verdi. Karapençe, paşasının emrini yerine getirmek üzere derhal yola çıktı. Çok kısa zamanda sadrazamı Belgrad’da bulup mektubu veriverdi. Karapençenin getirdiği mektuba cevabı “İstolni Belgrad üzerine gittiği ve dönüşte imdada geleceği” yönünde idi. Karapençe derhal paşasının yanına dönüp cevabi mektubu verdi.
Sadrazamından gelen mektubu okuyan Hasan Paşa bu mektubun askerler arasına iyi tesir yapmayacağını tahmin ederek, kendisi bir başka mektup kaleme aldı. Kendi yazdığı mektupta sadrazam güya şöyle diyordu: “Gazilerimin hepsinin fedakârca, kahramanca müdafaaya gayret göstereceklerini biliyorum. Çok yakında bizde oraya gelir ve ol gaileyi hep beraber ortadan kaldırırız.” Tiryaki Hasan Paşa, bütün askerleri toplatıp onların cesaretlerini yükseltecek bu mektubu okuttu. Bunun üzerinde askerde bir ümit ışığı doğdu.
Bütün bunlar olmakta iken Arşidük Maksimilyan kuvvetleri Kanije Kalesine girebilmek için Berk Suyu üzerinde bir köprü inşasına başladı. İnşaata baskın yapan askerlerimiz iki de esir almışlardı. Bu iki Avusturyalı esiri sorguya bizzat çeken Tiryaki Hasan Paşa sorgudan sonra Kara Ömer Ağa’ya “Al bunları öldür” diyerek verdi. Hâlbuki Paşa, Ömer Ağa ile daha evvel kumpasını kurmuştu. Ömer Ağa esirleri alıp kalenin dibine götürüp, kendisinin de onlardan olduğunu paşanın öldür demesine rağmen kendilerini öldürmeyeceğini, hava kararır kararmaz serbest bırakacağını, bu paşanın çok kurnaz olduğunu, kalede cephane ve barutun bol olduğunu yeterli miktarda askerin bulunduğunu anlattı. Ve esirleri salıverdi, esirler kurtulmanın sevinciyle doğruca Arşidük Maksimilyan’ın yanına vardılar, olanları anlattılar. Tecrübe sahibi paşa bu şekilde düşmana güçlüyüz, ayaktayız kaleyi savunacağız intibası verir.
Tiryaki Hasan Paşa’nın iki kölesi fırsatını bularak kalenin gizli kapısından kaçmışlar ve düşman ordugâhına gitmişlerdi. Kaçan esirler kalenin ve paşanın sırlarını biliyorlardı. Tiryaki Hasan Paşa bunun da çaresini engin zekâsıyla buldu. Derhal küçük bir birlik gönderip dört kişi yakalattı. Yakalananları yanına getirip onlara sordu: “İki tane adamımı gönderdim kralınızla görüştü mü.” diye sordu. Onlarda: “Evet birinin adı Kenan diğerinin Handanmış, yiyecek ve barutlarının olmadığını asker sayısının ise azaldığını bu sebeple taarruz edilirse netice iyi olur” dediklerini söylediler. Hasan Paşa, Kara Ömer Ağa’ya bunları da öldür diye emir verdi. Kara Ömer Ağa esirleri alıp gitti. Onlara biraz bağırdı. Siz ne biçim adamsınız hep esir düşüyorsunuz? Ben, sizleri kurtara kurtara bir gün kendim ele geçeceğim ama benim imdadıma kimse yetişmeyecek… Şimdi beni dikkatle dinleyin:“Sizden evvel gelen iki esiri bu paşa yine bana vermişti. Öldürmemi emretmişti. Bende sizlerden olduğum için onları salmıştım. Bu paşa çok kurnaz bir adam, o Handan ile Kenan paşanın has adamlarıdır. Onları bizzat paşa gönderdi. Kalede bütün işler yolundadır. Barutta var, zahirede var, asker ise o da var. İşin daha ehemmiyetli tarafı Macarlarla anlaşma imkânı gün geçtikçe daha çok mümkün hale geldi. Avusturya ordusundan bazı firarlar Macarların canını sıkıyormuş” dedi. O sırada Avusturya ordusundan dondurucu soğuklar yüzünden firarlar oluyor ve Arşidük Maksimilyan bunu önleyemiyordu. Kara Ömer Ağa, bunların eline bir çuval ekmek vererek salıverdi.
Tiryaki Hasan Paşa yine Karapençe’yi yanına çağırmış, kendisine iki mektup vermiş, bunun bir tanesini düşman ordugâhına yakın bir yerde bırakmasını tembih ediyordu. Düşmanın eline geçmesini istediği mektubu paşa şu mealde kaleme almıştı: Kalenin pekiyi durumda olduğunu belirten ifadelerden sonra “Küçüklükten beri yanımda büyüttüğüm Handan ile Kenan’ı düşman ordugâhına gönderdim. Kale hakkında Macarlarla anlaşmakta olduğumuz haricinde ne söylerseniz söyleyin dedim. Barutumuzun az olduğunu, askerin son derece kifayetsiz miktarda olduğunu, yiyecek sıkıntısı baş gösterdiğini söyleyebileceklerine ruhsat verdim. Şimdi sizde son derece hazırlıklı olun ki; zamanında yetişesiniz.” Bu mektubu Karapençe güzel bir şekilde paketledikten sonra Avusturya ordugâhı yakınlarına bıraktı. Düşman ertesi gün mektubu bulmuş ve Arşidük Maksimilyen’e vermişti. Arşidük, mektubu okumuş, Kara Ömer Ağanın bıraktığı esirleri dinlemiş ve Hasan Paşanın firari kölelerini casus olarak kabul etmekten başka çaresi kalmamıştı. Tabii casusların uğratılacağı ceza ölümdü… Handan ve Kenan’a ihanetlerinin cezası ölüm olarak verildi… Avusturyalılar başlarını kestikleri Handan ile Kenan’ın başlarını birer mızrağa takmış mücahitlere gösterirken şöyle bağlıyorlardı: “Paşanızın casusları tutuldu görün akıbetlerini.”Mücahitler bunu görünce kahkahalar atmaktan kendilerini alamadılar. Ve bu olay kumandanları Tiryaki Hasan Paşa’ya olan bağlılık ve takdirlerini bir kat daha arttırdı.
Kış bastırınca kaledekilerin durumu daha da vahim hal almıştı. Artık dayanmak imkânsız hale gelmişti. Bu durum karşısında Hasan Paşa diğer komutanlarıyla istişare ederek umumî bir taarruza karar verdi. 17 Kasım 1601′de Mehteran cenk havasını vurmaya başlamıştı. Kaledeki serdengeçtiler tekbir getiriyorlardı. İşte bu coşkunluk içerisinde Gazi Kara Ömer Ağa 800 yiğitle kaleden çıkmış ve yıldırım gibi düşman içerisine dalmıştı. Bu beklenmedik saldın hareketi üzerine düşman paniğe kapılmıştır. Onlar Sadrazamın ordusunun geldiğini zannediyorlardı. Hasan Paşa ise kaledeki bütün topları son bir defa ateşletiyor ve güya Sadrazamı selamlıyordu. Düşman ordugâhı karışmıştı ve panik başlamıştı. Gazilerin “Allah Allah” sedaları yeri göğü tutuyordu. İlk hamlede düşmanın bütün ağırlıkları, yiyecekleri, cephaneleri ele geçirilmişti. Düşman 18 bin ölü vererek darmadağınık vaziyette kaçışmaya başlamıştı. Bunun üzerine üç bin yeniçeri düşmanı takibe başlamış ve 18 Kasım günü de 30 bin düşman imha edilmişti. Başkumandan Arşidük ve çok az askeri canını zor kurtarmıştı. Düşmanın onlarca büyük kuşatma topu, binlerce tüfek, çadır, kazma ve kürek ele geçirilmişti. Ayrıca Arşidük’ün altın tahtı ve otağı da zapt edilmişti. Muazzam bir zafer kazanılmıştı.
Zaferin kazanılmasında tabi Hasan Paşanın savaş taktileri(hileleri) ve Türk askerinin cesareti, bağlılığı etkili olmuştu. Kazanılan bu zafer sonrasında Padişah III. Mehmet’in vezirlik makamına getirdiği Tiryaki Hasan Paşa ağlamış, ağlamasının sebebini soranlara da şu cevabı vermiştir:”Kanije’de ettiğimiz küçük bir hizmete karşılık bize vezirlik vermişler ve “Hatt-ı Hümayun” göndermişler. Hâlbuki Kanuni Sultan Süleyman, Makbul İbrahim Paşa’yı tam bir yetkiyle kendi yerine vekil tayin ettiği zaman bile O’nun eline bu kadar iltifatlar ihtiva eden bir mektup vermemişti. Rahmetli Piyale Paşa, Yavuz Sultan Selim Hazretlerinin damadı olduğu ve deniz muharebelerinde bütün Hıristiyan hükümdarlarının donanmalarına galip geldiği ve Sakız Adası’nın fethi gibi nice muvaffakiyetler elde ettiği halde kendisine vezirlik çok görülmüştü. İslâm Halifesi’nin Hatt-ı Hümayunu Kanije muhasarası gibi küçük bir hizmete mükâfat olmaya başladı. Devletin vezirliği, benim gibi kocamış kimselere kaldı. Buna üzülmeyeyim de neye üzüleyim!” Hasan Paşa bu sözleri söylerken aslında Devlet-i Aliyenin duraklama devrine girdiğini de ima eder aslında….